5 Temmuz 2021 Pazartesi

2 Temmuz Sivas Katliamının 27. Yılı Anması

 02.07.2020 Tarihinde 2 Temmuz Sivas Katliamının 27. Yılı sebebiyle Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi Cemevi ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şubesinin öncülüğünde Datça Demokrasi Platformu Datça Cumhuriyet Meydanında basın açıklaması yaptı.

Sunuculuğunu Özcan Bey ve Hülya Hanım’ın yaptığı törende, Basın Açıklaması Leyla Dinçer tarafından okundu.


Basın Açıklamasında CHP Datça İlçe Başkanı Aytaç Kurt, HDP Datça İlçe eş başkanı Hülya hanım ve ilçe yöneticisi Hürriyet Karadeniz, ÖDP Datça temsilcileri, Emek San Datça Şubesi Başkanı Hüseyin Sarı, Eğitim Sen temsilcileri, Datça Kent Konseyi Başkanı Hayriye Balkan, CHP Kadın Kolları Datça Başkanı, HBVAKV Datça Şubesi Cemevi Yönetici ve üyeleri, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şubesi Yönetici ve üyeleri ve bir çok sivil toplum örgütleri hazır bulundu.










27. YILDA DA ADALET

İşte yirmi yedi yıl oldu! İşte bir kez daha, adı Cumhuriyet olan bu meydanda, bizim adımıza birilerinin oldukça asla bizim olmayan bir Cumhuriyet değil, hiç kimsenin oldukça bizim olacak bir Cumhuriyet için, “utancımızla bilenmeye” buradayız. Hep birlikte hatırlıyoruz; bugün 2 Temmuz; bir şehirde, bir otelde, adını,  kendisini Anadolu’nun gelmiş geçmiş tüm halklarına cömertçe sunan bir ottan, Madımak’tan alan bir otelde, otuz beş can vahşice katledildi! Bir şehirde; Sivas’ta! Adlarını asla unutmayacağız. Nasıl unutabiliriz ki “Ülkenin her yerinde ölüler dolaşıyor, sokaklarda, aramızda dolaşıyorlar, birden karşımıza çıkıyorlar en beklenmedik anlarda.” Ölülerimizin katillerine asla “utanın” demeyeceğiz, çünkü utanç ölülerimizin bize, büyük insanlığa mirası ve bizim onlara borcumuzdur! Sivas’ta Madımak’ın ateşine, Gazi’de çöp tenekesinin yanında vurulup düşene, Hatun anamızın boş mezarına, Taybet anamızın kurşun sesleriyle dolu boş sokağına, Çorum’un işkence merkezi hastahanesine her baktığımızda utancımız başımızı eğsin, cesaretimiz göğe değsin diye buradayız, bir kez daha. Bir kişi de kalsak, bir kez daha, bir kez daha! Utancımızın beslediği cesaretimiz sürdükçe Sivas’tan Gazi’ye, Dersim’den Diyarbakır’a bucaktan bucağa, uçtan uca, “ölülerimize borcumuzu ödeyeceğimiz gün yaklaşıyor.”

“Takvimlere ve haritalara korkmadan bakacağımız bir zamanımız olacak mı bir gün? (…) Temmuz‘a baktığımızda yok olacak mı üzerinde tüten o uğursuz duman, sadece mevsimlerin gidişini izleyebilecek miyiz bir gün içimiz acımadan? Bir takvime bakarak bile delirebilir insan. “Bir mendil niye kanar” bilemeyiz ama takvimlerin niye kanadığını biliyoruz, günlerin yandığına şahidiz. Sözün utancına, seyirlik katliamlara, insanın öldüğü ana şahidiz.” O yüzdendir ki “Öfkemizi kınında hazır tutuyoruz, hiç yüz vermiyoruz unutuşa, içimizi rahatlatacak bütün reçeteleri, 2 Temmuz’daki ocağın içine atıp yakıyoruz ve o yangını içimize çekiyoruz. Ağlamıyoruz artık, yangını içimize çekiyoruz,” öfkemizi harlamak için.

Peki ama öyleyse göstermelik de olsa Sivas’ın katilleri sözüm ona yargılanırken, mahkeme kapılarında üstlerine polislerin saldırdığı ailelerin yanında neden kimse yoktu? Roboski anneleri Meclis’in kapılarından kovulurken, kim yalnız bıraktı onları? Hande Kader’in yakılmış cesedi Zekeriyaköy’de bulunduğunda cesedini teşhis eden kaç kişiydik? Bırakın Madımak’ın alevleri göğe yükselsin, madem ki Sünni Müslüman değildir; bırakın Roboski’de katırlar, çocuklar bombalanadursun, madem ki katırlar bile Türk katırı değildir; bırakın Hande’nin et kokusu burnumuzdan eksik olmasın, madem ki hetero değildir! Ama biz yine de inanmaya devam edelim “Büyük İnsanlığa”, öyle mi? Hani şu “sekizinde işe gidip yirmisinde evlenen”, evlendiği gece karısını döven, açlıktan, işsizlikten, COVİD’den, “kırkında ölen”, “ekmeğin, pirincin, şekerin” elbette elbette “okulların, öğretmenlerin, kitapların, üniversitelerin” “kendisinden başka herkese yettiği” şu “Büyük İnsanlığa.” Artık umudu bile parsel parsel satılmış, bir yandan gözyaşlarıyla boş cebini gösterirken, bir yandan hala kendi cebini boşaltanlara oy vereceğini söyleyen büyük insanlığa! Neden? “Çünkü umudu var büyük insanlığın.” Neden? Çünkü umutsuz yaşanmıyor! Evet, umut! Kaybedilmiş evlatlarımızın kemiklerinin bir gün posta kargosuyla evimize geleceğine dair tükenmeyen umut! Mutlu olacağız kargodan çocuklarımızın kemikleri çıktığında. Mutlu olacağız elbette, o kemiklerin Kilyos’ta bir kaldırımın altına kutu kutu gömülmediğine şükrederek! Evet, umut! Güpegündüz kimliği belirsiz, faili belli bir dozerin mezarlarımızı dümdüz etmeyeceğine umut! Parçalanan her bir mezar taşını evladımız diye bağrımıza basarak mutlu olacağız: Hiç değilse evlatlarımız hala toprağın altında, şanslıyız gömebildik bir zamanlar: Mezarlık kapılarını tutup cesetlerimizi yakacaklarını çarşaf çarşaf ilan ederken birileri ve Maraş’ta yitirdiğimiz canların mezarı bile belli değilken. Evet, umut: Aile boyu silahlandıklarını açıkça söyleyip ölüm listelerinin hazır olduğunu beyan edenlerin listesinde belki de bizim adımız yoktur! Ve asla bizim çocuklarımız olmayacaktır ölüm oruçlarıyla yürüyüp giden mezarsız bırakılan ölüler! Umudumuz var, evet: ne de olsa barış isteyenleri üniversitelerden atıp açlığa mahkum edenler, kendi üniversitelerine sıra gelince Maocu olmasa da devrimci olduklarını keşfediyorlar bir gecede! Ne onun gibileri, ne kadınların fıtratına uygun meslek arayıp duranları, unutmuyoruz! Ama unutmadıklarımız içinde kesilip atılmış bir tırnak kadar değerleri yok. Asıl unutmadığımız, unutmamamız gereken borcumuz, borçlarımızdır! Ölülerimize karşı borçlarımız! Tarihe karşı borcumuz!

“Takvime bakıyoruz, günlere kazınmış dehşetler görüyoruz, takvime bakıyoruz, aktığını sandığımız zamanın aslında suç anlarında asılı kaldığını görüyoruz, borcumuz sadece ölülere değil, tarihe de; ölüler aramızda yaşadıkça ve adalet diye bağırdıkça kurtulmayacak tarih
yakalandığı ağdan.” Muktedirler, tarihi yakalandığı bu ağda sonsuza kadar çırpınan bir balık misali tutmak için suç tanelerini bir tespih gibi dizip bize ilahi adaletin adresini gösteriyor; Sivas’ın katilleri bir bir affedilip sırtları sıvazlanırken; sözüm ona aranıp dururken askere gidip karakolun yanındaki evlerinde huzur içinde yataklarında ölürken!

Kendi suçlarını yasalardan ve hukuktan kaçırıp Allah affetsin’e havale edenler, kendilerine yönelik en küçük bir eleştiriyi bile teröristlikle damgalayıp suç ilan ederek cezaevlerini doldurmakla yetinmiyor; hukuk mekanizmasını yasalarda olmayan suçları icat eden bir mekanizmaya dönüştürüyor. Artık muktedir şebekenin üyelerinden biriyle ilgili eleştiri yapmanız gerekmiyor suçlu sayılmak için, övmemeniz yetiyor da artıyor bile! Susmamızı istemekten çoktan vazgeçtiler! Artık onların istediği gibi, onların gönlüne ve çıkarlarına göre konuşmamız zorunlu! Bugün barolar bu yüzden parçalanıyor! İktidara göre konuşmamakta inat edenlere karşı, iktidarın ağzından konuşan barolar yaratmak için! Ölülerimiz bir yana; teste, tedavi imkanlarına, hatta hasta olduğunu kabul ve beyan etme lüksüne bile sahip olmayan bizler, Corona’ya kurban edilen, edilmeye hazırlanan bizler, mucize eseri işten atılmamışsak, her gün işe gitmek zorunda kalan bizler, ez cümle bu düzenin “ıskartaları”, yerimizi almaya hazır milyonlarca genç işsiz kapılarda yığılmışken genci yaşlıya düşman eden bu zihniyet, işte bu yüzden  Tabipler Birliğine de kulaklarını tıkıyor; alıyla sarısıyla kendisi gibi konuşmayan sendikaları yok saydığı gibi; tarım işçilerinin cesetleri yolları saçılıyormuş, ne gam, halk plajları Corona kaynıyormuş ne gam, Bodrum’da bir şezlonga bin lira ödeyenlerin testleri ve tedavileri hazır nasıl olsa, çark dönsün! Salgın mı? Evet salgın. Adalet peşinde yürüyenlerin önlerini şehir kapılarında kesmek için salgın! Aman ha, iki kişi bir araya gelmesin diye salgın! Fırsat bu fırsat, dünya onların önünde, suyu kanımız, eti bedenimiz bir azınlığın sofrası olarak dursun yeter ki! Biz ama sakın sokağa çıkmayalım, aman tedbiri elden bırakmayalım; ağız ve burunlarını kapatan maskeleriyle yüzlerce kadın kendi evlerinde dayak yiyip tecavüze uğrarken! Maske takmış ya, ne gam!

Öyleyse borcumuz adalet borcudur! Ölülerimiz için de, dirilerimiz için de.  

Bu dünyanın adaleti iktidar için olsun diye, iktidara adaletin kılıcı asla değmesin diye, adalet ilahi adalet olarak yüceltilip bu dünyadan kaçırılıyor. Ama ilahi adaletin sözcülüğüne soyunanlar Kürdü Türke, ateistleri, deistleri, agnostikleri, cümle gayri-müslimi, paganı Sünni müslümana, Aleviyi Sünniye, gayi, lezbiyeni, transı heteroya, kadını erkeğe hedef göstermekten, her gün yeni yeni ulusal görevler icat etmekten geri durmuyorlar! Dün Sivas’ta, katliamdan önce sokaklarda yankılanan o nefret bildirilerinin “Haydi Müslümanlar göreve” çağrısı, bugün ülkenin tüm evlerinden, ekranlardan akıyor. Ana oğluna kızına, baba karısına, kardeş kardeşe karşı göreve çağrılıyor; yerli ve milli bir görev bu. Öyleyse şimdi Sivas neresi? Şimdi Sivas’ın tarihi nedir? Zamanı nedir?   Şimdi Sivas bir şehrin adı, 2 Temmuz bir katliamın tarihi değilse, adalet borcumuzun yeri de tarihi de ödemediğimiz sürece daha da genişleyecektir!

“Gerçekten bir takvime, bir haritaya bakarak bile delirebilir insan.” Ama biz şimdi buradan bir kez daha ilan ediyoruz ki mahallemizin kaybolan delilerini bağrımıza basıp asla delirmeyeceğiz! Kim bizi meczup, kim deli, kim terörist ilan ederse etsin, her iktidar mahallesinin delisi olarak sormaya ve istemeye devam edeceğiz. Siz, fetihçi bir zihniyetle, Artemis’in toprağı üzerinde yükselen, 1700 yıldır bu coğrafyanın gelmiş geçmiş tüm topluluklarının ortak mirası Ayasofya’yı kendi dininize tapulamaya çalışırken, sizin ibadethane saymadığınız cemevlerimiz kapılarını ölüye de diriye de, insana da hayvana da, bötü börtüye de, ağaca da çiçeğe de açıyor ve bizim ibadetimiz hatırlamamızla yürür; siz Madımak’ı müze yapmadıkça her cemimiz Madımak’tadır. Bunu asla unutmayın; bu da bize değil, size dert olsun çünkü iktidar aklının saklamaya çalıştığı her şeyin şahidiyiz. Çünkü, Büyük İnsanlık, umudumuzla değil, tanıklığımızla, borçlarımız ve alacaklarımızla  biziz!

Bir tek kadını, bir tek çocuğu, tek bir gayi, lezbiyeni, transı, hiçbir Aleviyi, Kürdü, Ermeniyi, yurdundan edilmişi, yuvası dağıtılmış, ağacı kesilmiş, suyu zehirlenmiş kurdu kuşu, tek bir yoksulu, emeği zinciri olmuş hiç kimseyi geride bırakmadan

Ya hep beraber, ya hiçbirimiz!

Pir Sultan Abdal Kültür Drn Datça Şubesi  &  HBVAKV Datça Şubesi Cemevi

Ve

Datça Demokrasi Platformu

Not: Metin içinde Büyük İnsanlık’la ilgili dizeler Nazım Hikmet’ten, onun dışında kalan tırnak içindeki ifadeler, KHK’lı akademisyen Doç. Dr. Süreyya Karacabey’den alınmıştır. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder