Baki Öz (Araştırmacı Yazar)
1) Giriş: Hacı Bektaş Veli’yi yaratan ve “Hacı Bektaş Veli’ye XIII. y. yılın ürünüdür” dedirten tarihsel koşulları ve bu dönemin Ortadoğu, Anadolu ortamını, yaşantısını ana çizgileriyle görelim. Şuna inanıyoruz; Hacı Bektaş’ı anlamak, ancak XIII. y. yıl Ortadoğu ve Anadolu koşullarını, yapısını tanımakla mümkün olacaktır. Hacı Bektaş’a, inanç- düşünce- eylem bağlamındaki hareketine, çizgisine çağı ve ortamı gözönüne alınarak bakılması durumunda Hacı Bektaş olgusu bir somutluk, bir gerçeklik kazanabilecektir. Olgunun bir başka yanı da şudur: Hacı Bektaş; çağına damgasını vuran, ortamını yaşanılabilir duruma getirmek için çözümler üreten, arayışlar içerisine giren, koşulları toplumun yararı doğrultusunda değiştirmek için zorlayan biridir. Sulucakarahöyük’teki küçücük topluluğunu yapılandırışında bunları görüyoruz. O, düşündüğü ideal toplum için Sulucakarahöyük topluluğunu model almış, bu modeli Anadolu geneline yaymaya çalışmıştır. İşte Hacı Bektaş’ı bir birey olmaktan çıkarıp, günümüze kadar kalıcı kılan bu yanıdır. İşte bu nedenler Hacı Bektaş olgusunun tarihsel dönemini, çağını, ortamını, koşullarını ön plana çıkarıyor, bilinmesini gerekli kılıyor. Çünkü, Hacı Bektaş Veli bir XIII. y. yıl Anadolu ürünüdür. Acaba nasıldır XIII. y. yıl Anadolusu ? . . 2) Anadolu’ya Göçler : V. y. yıldan itibaren Hazar denizi çevresinde yoğunlaşmalar olmuş, bu durum ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımlara yol açmıştır. Avrupa’ya göçenler etkinlik kuramazlar, Avrupa toplulukları içerisinde erirler. Fakat Ortadoğu ve Anadolu’ya göçenler bugünlere kadar sürecek biçimde kalıcılıklar sağlar ve etkinlikler kurarlar. Beylik, devlet ve imparatorluklar kurar, kurum ve kuruluşlarını oluştururlar. Yer yer ve zaman zaman Ortadoğu’yu, ama sürekli olarak da Anadolu’yu yurt edinirler. Türkler, Anadolu’yla en belirgin biçimiyle M. S. 450’lerden sonra tanışırlar. Fakat Anadolu’yu fethetme ve yerleşme/ yerleştirme doğrultusunda yapılan asıl göçler 1000’li yıllarda başlar. Büyük Selçuklular döneminde Çağrı Bey, Tuğrul Bey, İbrahim Yinal, Kutalmış, Yakuti, Anadolu’ya akınlar düzenlerler, Afşin Bey’se Ege denizine ulaşır. 1071’de yapılan Malazgirt Savaşı’yla Türkler’e Anadolu’nun kapıları açılır. Artık Asya’da birikmiş ve ekonomik, toplumsal, siyasal bunalıma düşmüş Oğuz/ Türkmen boylarını yerleştirecek bakir alanlar bulunmuştur. Asya, sürekli olarak askeri ve siyasal çalkantılar yaşamaktadır. Aynı topraklar üzerinde yeni yeni devletler kurulmakta ve kurulmaya çalışılmakta. Bu çalışmalar büyük savaşlara yol açmaktadır. Savaşlarsa halkın yaşamını doğrudan etkilemekte, halkı “başka yerlere göç” biçiminde yeni arayışlara sokmaktadır. Bu siyasal ve toplumsal gelişmeler sonucunda Anadolu’ya olan göçleri ve bu katılımlar sonucunda oluşan Anadolu coğrafyasındaki toplumsal mozayiği, bu yeni coğrafyada özellikle Xlll. y. yıllarda toplumsal bunalımlara neden olacak odaklaşmaları şöyle toparlayabiliriz:
X. - XIII. yüzyıllarda Anadolu’ya olan göçlerin Hacı Bektaş Veli’ye ortam hazırlaması açısından karakteristik özellikleri şunlardır:
XI.- XIII. y. yıl Ortasya ve Ortadoğu’nun siyasal bakımdan en çok bunalımlı dönemidir. İstikrarlı ve kalıcı bir düzen görülmez. Hazar denizini odak alan bölge üzerinde birçok Türk devleti kurulmuştur. 1000’li yıllarda bu bölgede Oğuz Yabgu Devleti vardır. Hazar denizinin doğusunda ve Aral gölünün kuzeyinde uzanan topraklarda Moğol soylu Karahitay Devleti egemendir. Hazar ve Aral’ın doğusuna uzanan bölgede Türklük öğeleri İslami öğelere ağır basan Karahanlı Devleti (840- 1212), Karahanlılar’ın güneyinde Hindistan’a kadar uzanan bölgede İslami öğeleri Türklük öğelerine ağır basan Gazneli Devleti (962- 1187) vardır. Aynı bölgede giderek İran’a ve Anadolu’ya doğru genişleyen Büyük Selçuklu Devleti (1038- 1157) kurulur. Bunların insan kitlesi aynıdır. Oğuzlar ve çeşitli Asyalı boylar. Oğuz boyları bu devletler arasında çekişme konusu olur. Bu durum, Oğuz halkının huzursuzluğuna yol açar. Büyük Selçuklu Devleti, Abbasi Halife- Devleti’ni siyasal güdümüne almaya çalışır. B. Selçuklu toprakları üzerinde bir dönem bağlı, bazen bağımsız Irak, Horasan, Kirman, Suriye ve Türkiye Selçuklu devletleri kurulur. Türkler’de ülkeyi hanedan üyeleriyle birlikte yönetme geleneği vardır. Bölgelere vali olarak atanan kimi hanedan üyeleri ve valiler bağımsızlıklarını ilan ederler. İhşidiler, Tulunoğulları, Harizmşahlar bunlar arasındadır. Yetişkin olmayan ve gerekli beceriyi gösteremeyen hanedan üyesi valilerin yanlarındaki “atabeyler”, “Atabeylikler” adıyla irili- ufaklı devlet ve beylikler kurarlar. Kuzey Irak’tan Akdeniz’e kadar uzanan topraklar üzerinde Zengiler, İran’da Salgurlular/ Fars Atabeyliği, Azarbaycan’da İldenizliler/ Azerbaycan Atabeyliği, Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da Beğteginoğulları/ Erbil Atabeyliği, Güney Suriye’de Böriler/ Dımaşk Atabeyliği varlıklarını sürdürürler. Türkler’in XI. y. yılda Anadolu’ya akınlarıyla birlikte, özellikle Anadolu toprakları üzerinde kimi beylik/ devletler kurulur. Erzurum dolaylarında Saltuklular, Erzincan- Divriği dolaylarında Mengücekliler, İç Anadolu Bölgesinde Danişmendliler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarının bir bölümü üzerinde Artuklular, Erzen, Bitlis yöresinde Dilmaçoğulları/ Togan Arslan Oğullar, Van, Ahlat yöresinde Sökmenliler/ Ahlatşahlar, Diyarbakır yöresinde İnal/ Yınaloğulları, Harput- Elazığ yöresindeyse Çubukoğuları, Anadolu’nun batı kesimindeyse İnançoğulları/ Denizli- Ladik Beyliği siyasal- yönetsel varlıklarını sürdürürler. Bu ülke toprakları adı geçen Beylik ve devletlerle Türkiye Selçuklu Devleti arasında çekişme konusu olur. Çoğu, XIII. y. yılda Türkiye Selçukluları’nın eline geçer ve bu beylik ve devletlerin siyasal varlığına son verilir. Türkiye Selçuklu Devleti siyasal- yönetsel varlığını sürdürürken, 1243’lerde Kösedağ Savaşı’yla Moğol İlhanlı Devletine yenilir. Bunun üzerine siyasal egemenliği sarsılır. Anadolu’da Moğol- İlhanlı egemenliği başlar. Devlet yönetiminde doğan otorite boşluğu ve toplum üzerindeki egemenliğin gevşemesi ve bölgelerde kimi beylik ve devletlerin kurulmasına, bölgede ulusal birlik ve ülke bütünlüğünün bozulmasına neden olur. İnceleme konumuz olan XIII. y. yılda Türkiye Selçukluları’ndan birçok beylik doğarak ayrılırlar. XIII. y. yıl siyasal bakımdan bir dönüm noktasıdır. Yüzyılın ilk yarısı Türk- Türkmen toplumunun Anadolu coğrafyasında birleşmesi, ulusal ve ülkesel birliğini kurması savaşımı içinde geçer. İkinci yarıda ise, sağlanan ulusal ve ülkesel birliği dağıtmama savaşımı verilir. Doğallıkla, dönemin bu durumu doğrudan toplumun yaşantısına yansır. Bu nedenle XIII. y. yılı bir bunalım dönemi olarak nitelememek gerekir.
Haçlı Seferleri 1096- 1270 yılları arasında yapılır. Avrupa, doğuya ve İslam ülkelerine sekiz sefer düzenler. Yaklaşık iki yüzyıl süren bu savaşlar döneminde doğu- batı uygarlığı karşı karşıya gelir. Fakat konumuz açısından, yani Hacı Bektaş’ın ortaya çıkışı açısından önemli yanı Anadolu ve Ortadoğu’da sergilenen savaşlar, kitle kırımları, insan ölümleri, ekonomik bunalımlar ve kıtlıklardır. X. - XIII. y. yıllar arasında Avrupa’da nüfus patlaması olur. Nüfus patlaması tarım ürününün artışını zorunlu kılar. Batı Avrupa’da yeni alanlar tarıma açılır. Feodal rantın sabitliğine karşın, üreticinin payı artar. Bu durum Batı Avrupa’daki feodal sistemin yükseliş dönemine rastlar. XIII. y. yılda Avrupa’da feodalizm en yüksek noktasındadır. Özünde Haçlı seferlerinin temelinde bu gelişme yatmaktadır. Avrupa feodalları Orta ve Doğu Avrupa topraklarına doğru da yayılım içerisindedir. Akdeniz’deki Venedik, Cenova gibi İtalya kentleri Batı Avrupa’nın ticaretine aracılık etmektedir. Almanya İmparatorluğu’nun pazarı Venedik’in denetimindedir. Ceneviz, Venedik ve Piza Haçlı seferleri süresince burjuva öğelerini temsil ederler. İtalyan burjuvalarından oluşan koloniler doğar. Bunlar doğu ticaretinin önemli merkezleri olurlar. Haçlı çılgınlığını ticari alışverişe dönüştürürler. Hıristiyan din adamları ve papaların çabaları yalnızca dinsel amaçlı değildir. Amaçları; maddi ve manevi olarak kilise iktidarını güçlendirmek ve yaymaktır. Papalık, daha sonraki merkeziyetçi monarşilere örneklik ederek “otokratik merkeziyetçi bir otorite” kurarlar. Avrupa’nın feodal temsilcileri olan baronlar, şövalyeler elde edecekleri arazi ve zenginlekler peşindedirler. Yeni topraklar alarak etkinlik alanlarını genişletmek ve monarşik devlet olma yolunda büyümek isterler. Haçlı seferleri, şövalyelerin ülküsü olur. Savaş, onlar için kâr(kazanç) kaynağıdır. Avrupa’nın işsizi, çapulcusu, dinsel fanatiği bunun için yollara dökülmüştür. Kudüs’ün alınması Hıristiyan dünyasının kurtuluşunun simgesi yapılmıştır. Din adamları, Haçlı seferlerini “Tanrı’nın isteği” olarak propaganda etmektedirler. I. Haçlı Seferinde (1096- 1099) Avrupa’nın yoksul ve fanatik köylü kesimi yollara düşer. İstanbul’da 600 bin Hıristiyan Haçlı toplanır. Bunların geneli Anadolu’da ikinci Kılıç Arslan’ın vur- kaç taktiği, açlık ve susuzlukla yok olur. Antakya önlerine ancak 50- 100 bin kadarı ulaşır. Kudüs’ü, Fatimiler’den alarak bir Latin Devleti, Antakya, Urfa, Trablusşam, Sur ve Yafa’da da birer kontluklar kurarlar. Bölgede toplum, Fransız feodalizmi türünde bir feodaliteye sokulur. II. Haçlı Seferi (1147- 1149) Musul Atabeyliği’nin Urfa kontluğunu ortadan kaldırması üzerine düzenlenir. Bu sefere Almanya İmparatoru ile Fransa Kralı katılırlar. Alman orduları Mesut tarafından bozguna uğratılır. Fransız birlikleri ise Türkmenler’in saldırılarına uğrar. Geri kalanlar Türk ve Rumlar’ın saldırılarıyla erirler. III. Haçlı Seferi (1189- 1192) Eyyubi hükümdarı Selahattin’in Kudüs’ü alması üzerine düzenlenir. Haçlılar bu sefere Alman İmparatoru, Fransa Kralı ve İngiltere Kralı’nın yönetiminde katılırlar. Alman orduları Anadolu’da geçerken büyük yitikler verir. Ama Konya’ya girmeyi başarırlar. Çarşıları yağmalar ve birçok insanı öldürürler(1190). Ordular dağılır. Diğer birlikler Akka’yı kuşatırlar. Erzaklarının bitmesi üzerine, Akka müslümanlarının direnişi kırılır ve teslim olurlar. Kudüs’ü almak için Selahattin Eyyubi’yle savaşırlar. Kudüs, Müslümanların elinde kalır. IV. Haçlı Seferinde Haçlılar İstanbul’a vararak Latin İmparatorluğu’nu (hanedanlığını) kurarlar(1204- 1261). Kenti yağmalarlar. Halk ayaklanır. Bizans hanedan üyelerinden kimileri Anadolu’ya geçerek İznik ve Trabzon’da iki ayrı devlet kurarlar. İznik Devleti 1261’de Latin İmparatorluğu’na son vererek Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandırır. Trabzon Rum İmparatorluğu ise Fatih Sultan dönemine dek sürer. Selahattin Eyyubi’nin ölümü ve Eyyubi Devleti’nin parçalanması, Haçlılar’ın yüzyıl kadar daha Suriye’de kalmalarına olanak verir. Çevre bölge ve ülkelere seferler düzenlenirse de, başarılı ve kalıcı olamazlar. Ortadoğu toprakları üzerine ayrıca dört sefer daha yapılır. Bu iki yüzyıl içerisnde savaşlar nedeniyle Anadolu ve Ortadoğu’da yüzbinlerce Hıristiyan ve Müslüman ölür. Anadolu, Suriye ve Filistin’in birçok yeri yakılır yıkılır. Anadolu savaş alanı olmuş ve en çok zararı görmüştür. Savaş ekonomisi yaşanılmış, üretim düşmüş, açlık ve kıtlık yaşanılmıştır. Haçlı seferleri Anadolu ve Ortadoğu’daki Türk- İslam devletlerini güçsüzleştirdiğinden, Moğol saldırıları karşısında dirençsiz bırakmıştır. Hıristiyan din adamlarının otoritesi sarsılmıştır. Bu savaşlar bölgedeki Müslüman- Hıristiyan ilişkilerini bozmuştur. Kapanmaz yaralar açmış, din ve mezhep savaşlarını sürekli kılmıştır. Müslümanlar içindeki Hıristiyan toplulukları zarar görmüştür. Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaş gibi hümanist ve evrenselcilere bu yaraları kapamak savaşımı düşecektir. Bunlar Hacı Bektaş ve Hacı Bektaş’ların doğmasına neden olacaktır. İşte böylesi bir XIII. y. yıl Hacı Bektaş’a kaynaklık eder ve Bektaşiliği ön plana çıkarır. Hacı Bektaş’ın felsefesindeki acı, kıyım, ölüm, yıkım, savaş, kıtlık, açlık karşıtlığı; din, dil, etnik, mezhep ve dinler üstü bir dostluk ve barış içerisinde “olgun insan”, “olgun toplum” olarak yaşama isteği bu gözlemlerin ve yaşanılanların verdiği derslerin sonucudur.
Hacı Bektaş’lara ortam hazırlayacak askeri olayları kronolojik sırası içerisinde vererek; bir duygu, gönül, düşünce ve inanç adamı olan Hacı Bektaş Veli’nin doğmasına hangi etkenlerin kaynaklık ettiğini belirtmek, açıklamak amacındayız. Çünkü insan, ortamının ürünüdür. Onu, koşulları yaratır. Hacı Bektaş’ın yaşadığı XIII. yüzyılı da bu açıdan değerlendiriyoruz. XIII. y. yılı hazırlayan gelişmeler ve XIII. y. yıl ortamında Hacı Bektaş Veli konumuzun odağıdır. Düşünürler, inanç adamları, gönül adamları, liderler bunalımlı dönemlerde ortaya çıkarlar. Toplum, onlara gerek duyar. Hacı Bektaş’ın da ortaya çıkışı böyledir. Şimdi Türk/ Türkmenler’in Anadolu’ya gelişleriyle ilgili önemli askeri olaylara, geniş kitlelerin kırımına, zulüma uğramalarına, kan ve can kaybına neden olan savaş olaylarına bakalım. Çünkü bu olaylar, bunların toplumdaki yankısı, sonraki yıllara kalan izleri konumuz açısından önemlidir.
Tarihlere göre; Malya Savaşı’nda 3 bin - 6 bin Babai Türkmen, bini Frank askeri olmak koşuluyla 12 bin- 60 bin arasındaki Selçuklu askerine karşı savaşmıştır. Babailer’in Selçukluları 12 kez yenilgiye uğratmalarını, kentleri ele geçirmelerini göz önüne alırsak Babai ayaklanmacı ve savaşçılarının daha çok olması, en az 10 binin üzerinde olması gerekir. Dönemin tarihçisi İbni Bibi’ye göre bu savaşta 4 bin Babai Alevi- Türkmen kılıçtan geçirilir. 600 kişi tutsak edilir. Baba İshak da burada öldürülür.İbni Bibi kadın ve çocuklara değinilmediğini yazarsa da, yanılıyor olmalıdır. Babailer’in kadın ve çocuklarıyla birlikte savaştıkları bilinmektedir. Selçuklular’ın kendilerine karşı savaşan bu kadın ve çocuklara dokunmayacakları düşünülemez. Zaten dönemin bir başka yazarı, kadın ve çocukların bu kırımdan kurtulamadıklarını belirterek İbni Bibi’yi tamamlar. Bar Hebraeus; “Bunlardan erkek, kadın, çocuk, hayvan velhasıl hiçbir şey kılıçtan kurtulamadı…” demektedir.
Moğollar’ın Anadolu’nun yönetimini doğrudan üstlenmeleri üzerine vezirler ve valiler halk üzerinde bir sömürü, talan düzeni kurdular. Taht kavgaları kanlı boyutlarıyla sürüyordu. Anadolu’daki Moğol hanedan üyeleri, vali ve komutanları da zaman zaman merkezi yönetime karşı ayaklanıyor ve halka sığınıyorlardı. Baltu (1296) ve Sülemiş (1298) ayaklanmaları bunların en önemlileridir. Kısaca Hacı Bektaş ne yana baksa kan, ölüm, savaş, siyasal mücadele, kıtlık ve sömürü görüyodu. Bunlar, onun Anadolu’ ya yeni bir yaşam tablosu getirmesinde temel etken olacaklardır.
İslam dünyasında felsefe hareketleri Abbasiler döneminde Hıristiyanlaşmış Yunan felsefesine ait yapıtların çevirilmeleriyle başlar. Felsefeden dayanak bulan tasavvuf giderek sistemleşir. X. y. yıldan sonra tasavvuf bir düşünce sistemine dönüşür. Asıl felsefe akımları da yine X. y. yıl başlarında doğar. Öncülüğü, Doğa felsefesi ile ilgili akımlar yapar. Giderek bu akım; Eflatun’la Aristo’nun felsefe sistemlerini uzlaştıran ve bunu Yeni Eflatuncu yorumlarla donatan Meşaicilik ile, Eflatunculuk’la gnostik felsefeyi birleştirerek yeni bir atılım yapan İşrakilik olarak iki çığırda gelişirler. Buna karşın İslam dünyası XII. ve XIII. y. yılda iki önemli badire atlatır. Bunlar Haçlı seferleriyle Moğol istilasıdır. Bu olaylar VIII. - XI. y. yıllar arasındaki olguyu (pozitif / müsbet) bilim araştırmalarını ve özgür düşünceyi zayıflatır. Eşari kelamcılığı düşünce tartışmalarını durdurur. Eğitim, iskolastik biçim alarak bağnazlığı arttırmıştır. Felsefe akımlarına hoşgörü kesilmiştir. Felsefe, Kelamcılığın sonuca varış aracı olmuştur. XIII. y. yıldan sonra felsefe akımları yerlerini tümüyle kelam ve tasavvuf hareketlerine bırakmışlardır. Haçlı seferleri ve Moğol istilası sonrasında Anadolu’da dinsel ve düşünsel bağdaşma oldukça bozuldu. Kitle içerisinde kızgınlık ve kırgınlıklar doğdu. Anadolu düşünsel ve inançsal birliği derin yarlar aldı. XIII. yüzyıl bu dinsel ve mezhepsel kargaşalıklara çözüm arama çabalarıyla geçer. Hacı Bektaş Veli Anadolu toplumunun düşünce ve inanç uzlaşımının ve dayanışmasının mimarı olur. Bu yanıyla XIII. y. yıl dinlerin ve mezheplerin bir biriyle kaynaşma sağladığı bir dönem olur. İslam dünyasında düşünce ve inanç akımları genellikle iki temel üzerinde yapılanmışlardır. Birincisi Ehlisünnet (Sünnilik), ikincisiyse Ehlibeyt (Şiilik/ Alevilik) . Ara akımlar bu iki koldan birine yanaşarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Mutezile, İhvanülsafa, Mazdekilik, Karmatilik, Hurremilik, İsmaililik, Batınilik… gibi akımlar hep Ehlibeyt akımı içerisinde yerlerini alarak genel İslam anlayışına kazandırılmışlardır. Bu akımların İslam temeli üzerinde Bektaşilik adı altında yoğrulmasında Hacı Bektaş Veli önemli rol oynar. Asya göçleriyle birçok da Türkmen dervişi, mutasavvıfı, dedesi, babası, düşünürü Anadolu’ya gelirler. Bunlar Türkistan- Horasan- Maveraünnehir’de Melamilik, Yesevilik ve Vahdet- i Vücut akımları içerisinde yoğrulmuş kimselerdir. Anadolu’nun kentlerine yerleşir, çoğu kez yüksek kesimlere seslenir, aristokrat ve aydın tabakası içerisinde yaşarlar. Bir bölümüyse kırsal kesimlere ve halk arasına yerleşirler. Bu hareket Anadolu’da kendi içerisinde biçimlenir. Birincisi Muhyiddin Arabi (öl. 1241) ve evlatlığı Sadruddin Konevi(öl. 1274) ile temsil edilenler ahlakçılığı temel alırlar. İkinci gurupsa Kübrevilik ile Suhreverdilik tarikatlarında toplanırlar ve daha hoşgörülü, daha estetik bir karakter gösterirler. Necmeddin Razi (öl. 1256), Bahaüddin Veled (l. 1228), Burhaneddün Muhakkik- i Tirmizi (öl. 1240) Kübrevililiği temsil ederler. Evhaduddin Kirmani’yse (öl. 1237) Suhrevirdiliğin temsilcisidir. Bu tarikatlar İranilik etkisi taşırlar. Orta Anadolu’nun Konya, Kayseri, Tokat ve Amasya gibi ticaret ve kültür merkezlerine yerleşirler. Halkın dinsel yaşamında önemli ölçüde rol oynarlar . Bu iki ahlakçı ve estetikçi akım XIII. y. yılın ortalarında Mevlana Celaleddin (öl. 1273) ve Mevleviliği doğurur. Mevlana, özellikle Selçuklu yöneticileriyle iyi ilişkiler içerisindedir. Mevlevilik’se kent insanının ve yönetici çevrelerin tarikatı olacaktır. Ahi Evren’in kurduğu Ahilik’se kent insanını örgütlemesi ve ekonomik yaşama sokmasıyla birlikte, Mevleviliğe göre ayrı bir yol izler. Tasavvuf, XIII. y. yıl Anadolu’ sunda göçebe, yarı göçebe ve köylük çevrelerde önemli temsilciler bulur. Bu akımı Anadolu’ ya “Horasan Erenleri” getirmişlerdir. İslama yaklaşımı yüzeyseldir. Bu bir “halk tasavvufu” akımıdır. Temsilcileri baba, dede ve atalardır. Horasan Melamiliğinin/ Melametiliğinin devamcısıdırlar. Hacı Bektaş Veli bu hareket içerisinden ortaya çıkacak ve bu harekete yeni bir düzen verecektir. Bu genel akımların dışında XIII. y. yıl Anadolu’ sunda yaşamış ve toplum üzerinde derin izler bırakmış birçok düşünür ve inanç adamı vardır. Fahreddin Irakeyn (öl. 1289) ’in Tokat’ ta tekkesi vardır. Kalenderiler’le ilişkilidir. Sıraceddin Urumavi (öl. 1283) Konya’da yaşamış ve Mevlana yanlısıdır. Bir başka Mevlana yanlısı olan Kutbeddin Şirazi hikmet, tabiiye, riyaziye ve tıp uzmanıdır. Hacı Mübarek Haydari ise Haydari halifelerindendir. XIII. y. yılda yaşamıştır. Tabduk Emre ile Yunus Emre de yine bu yüzyılın insanlarıdır. Batıni- Alevi akımın içerisinde yer almış ve toplumumuz üzerinde bugünlere kalacak ölçüde izler bırakmışlardır. Hacı Bektaş Veli, tasavvufun Anadolu’da en gelişmiş dönemini yaşadığı XIII. yüzyılın insanıdır. Bu düşünce- inanç akımlarının ve tasavvuf hareketinin en canlı olduğu dönemde hareketin içerisinde yer almıştır. Horasan Melamiliği’nden Anadolu Batıni- Alevi Kalenderiliği’ne uzanan çizginin temsilcisidir. Düşünce ve inanç hareketlerinin en canlı olduğu bir çağda, bu hareketlere bir düzen kazandırarak, Bektaşilik çığırı içerisinde toparlayarak, birçok hareketi Bektaşilik özgünlüğü içerisinde eritip, karıp ve yoğurup biçimlendirmeyi başarmıştır. O’nun ululuğu işte buradan kaynaklanır.
Büyük Selçuklular olsun, Türkiye(Anadolu) Selçukluları olsun toplum olarak köylülüğe, ekonomi olarak tarıma dayanırlar. Toprakların, memur ve subaylara maaşlarına karşılık işletme hakkının verilmesi esasına dayanan İkta sistemi temel alınmıştır. Büyük Selçuklular hanedan üyelerini Anadolu topraklarını almaları durumunda kendilerine ikta olarak verileceği özendirmesiyle, Anadolu’yu fethettirir, birçok hanedan üyesini merkezden uzaklaştırır, Ortadoğu ve Anadolu’ya yerleştirirler. Türk devletlerinde ülke yönetiminin hanedan üyelerinin ortak malı oluşu esastır. Türkiye Selçukluları da kamu topraklarının hükümdarlık ailesinin malı olması ilkesini benimsemiştir. Merkezi yönetimin güçlenmesi, iktidarı padişahın şahsında toplamıştır. XI. y. yılın sonları hükümdarlık ailesi iktaları dönemi olmuştur. Büyük çapta devlet mülkiyeti ortaya çıkmıştır. Merkeziyetçi eğilimin artmasıyla, XII. y. yılda hükümdarlık ailesi iktaları devletin sıkı denetimine alınmış ve basit birer kazanç kaynağı düzeyine indirilmişlerdir. Türkiye Selçukluları iktaları illerdeki vali ve askerleri kapsayacak ölçüde yaygınlaştırarak ve büyük ikta sistemini kırarak feodallaşmayı önlemeye çalışmışlardır. Selçuklularda toprak üzerinde devlet mülkiyeti esas olmakla birlikte, uygulamada özel mülkiyet vardır ve yaygındır. Devlete yararlılık gösteren kişilere temlikler verilmiştir. Bu lkin miri topraklardaki vergilerin bireylere bırakılması biçiminde başlar ve giderek içeriği özelmülkiyetçilik lehine değişir. Bu vergi hakkı giderek devletin toprak üzerindeki haklarından vazgeçmesiyle sonuçlanır. Topraklar tam mülkiyetiyle özel kişilere bırakılır. Vakıflar özelleşmeyi kamuflaş yaparak yürütürler. Dahası II. İzzettin Keykavus 1260’larda bir köyü parayla satar. Moğol dönemi, Anadolu’da özel mülkiyetlerin büyük ölçüde çoğalmasına, Batı feodalitesini anımsatan yüzlerce küçük beyliğin doğmasına yol açar. Askeri iktalar özel mülklere dönüşür. İkta sisteminin dışında, büyük arazi sahibi dihkanlar varlıklarını sürdürürler. Kamu/ devlet mülkiyetine dayanan ikta sisteminin dışında genişçe bir özel mülk alanı oluşmuştur. Küçük arazi sahibi özgür köylülük de vardır. Türkiye Selçuklu devleti/ toplumu, XIII. y. yılda geniş arazilere sahip büyük ailelerin egemenliğinde ve görünüşe göre feodal bir devlettir. Selçuklu toplumu, bir sınıflı toplumdur. Sınıflar kristalize olmuştur. Ülkede tam anlamıyla bir beyerki/ zengin erki(plutokrasi) vardır. İranlı ve İranlılaşmış öğeler devlet üzerinde, yönetimde egemendirler.Eğitim ve kültür bu doğrultuda yapılanmaktadır. Kamucu/ devletçi toplum yapısından sınıflı feodal toplum düzenine geçiş izlenmektedir. Toplum, bu geçişin sancılarını çekmektedir. Bu toplumsal sancılar kendini; göçebe- yerleşik, Türk/ Türkmen- İrani öğeler, Şii(Alevi)- Sünni çatışması ve azçok özgür kabile üyeliği biçiminde yaşatılan göçebe yığınların “Türkmenlik”ten çıkıp yarı- bağımlı köylü konumuna zorlanmasına karşı gösterilen direnişler biçiminde ortaya kor. Türkmen feodallaşmaya karşı tepki göstermektedir. Artık XIII. yüzyıl Anadolusu’nda bir sınıflı toplum ve sınıfsallık üzerine oturtulmuş bir düzen vardır. Toplumun huzursuzluğu ve tepkisi buradan kaynaklanmaktadır. Hacı Bektaş da bu yapı ve düzen içerisinde bir tepki ve yeni bir ideal düzen koyucu olarak görünür. Dönemin yazarlarından İbni Said’in verdiği bilgiye göre, Selçuklu ülkesinde 400 bin köy vardır ve bunları 36 bini haraptır. XIII. y. yılın sonlarından itibaren kıtlıklar Anadolu’yu kasıp- kavurmaktadır.Bu durumda toplumuna duyarlı yaklaşan, toplumunun dertlerini dert edinen Hacı Bektaş ve Hacı Bektaş’ların çıkması/ doğması kaçınılmazdır. Dönemin toplumsal yaşantısı, toplumsal- ekonomik- siyasal düzeni, askeri kırımlar, doğal felaketler, baskı ve zulümlar Hacı Bektaş’ın ortaya çıkmasının zorunlu ve kaçınılmaz ortamıdır. Koşullar, Hacı Bektaş’ı doğurmuş ve öne çıkarmıştır. - II- HACI BEKTAŞ VELİ’NİN KÖKENİ VE YAŞAMINDAN ÖNEMLİ KESİTLER 1- “Bektaş” Adının Anlamı ve Kökeni: Araştırmacılar Hacı Bektaş’ın gerçek adının “Muhammed”, mahlasının ise “Bektaş” olduğunu, ayrıca “Hünkâr”ın da Farsça olup “Hüdavendigâr”ın kısaltılmışı olduğunu, lakap olarak kullanıldığını yazarlar. Vakfiyelerde adının “Hacı Bektaş” olduğu belirtilir. “Bektaş” sözcüğü Türkçe’dir. Şemseddin Sami Bey’in “Kamûs- i Türki”sine ve Ahmet Vefik Paşa’nın “Lehçe- i Osmâni” |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder